Kimileri susarak konuşur, kimileri de avazı çıkabildiği kadar. Arada kalanlarsa normal ses tonuyla noktası virgülü olmadan, karşısındakini de esneterek son sürat bir makine gibi dur durak bilmeden dır dır konuşur durur. Acaba bu konuşulanları dinleyebilen kaç kişi kaldı?..
Bugün o dinleyemeyenler yüzünden nasıl ve hangi tonda konuşulacağını, konuşurken nerelerde durup nefes alınacağını ve nerelerde susulması gerektiğini bilemez hale geldik. Çünkü biz de duyamıyoruz. Kendi sesimizi bile!..
İşitsel duyumuzu giderek kaybettiğimizi ve sağırlaşmaya doğru evrim geçirdiğimizin farkında mıyız acaba!.. Öylesine astronomik rakamlı bir “hız” çağına girdik ki, değil konuşma hızımızla, ancak görsel hızımızla yetişebilir olduk her şeye. Bir anda görür görmez “şıp” diye anlayıveren üstün zekalılar oluverdik birden öyle mi!..
Peki bu inanılmaz gelişmeyi nasıl becerebildik?..
Hızla gelişen ve neredeyse her gün değişen teknolojiye ayak uydurabilmek ve ona yetişebilmek için çocukların eline şeker diye verilen cep telefonlarıyla, tabletlerle; Sonra da onları sınav yarışına sokan çoktan seçmeli testlerle, eğitmeye bile fırsat kalmadan alelacele hayata hazırlayarak; Hızla akıp giden İnternetin sosyal paylaşım ağlarıyla bunu becerebildik bu işi… Artık televizyonların bile sesi kısılmış, her filmin arasına giren reklamlar, kıstırılmış olan o sesin tuşlarına dokunarak ansızın sesini yükseltir gibi işitemeyenlere sesini duyurmaya çalışsa da, o reklamların gürültüsüne bile uyanan kalmadı.
Televizyonların düğmesini kapattıran facebook, instagram, twitter, tik tok, whats app gibi sosyal medya ağlarının akış hızı, sanki görsel duyumuzun sınır uçlarına göre ayarlanmış gibi hızla akıp gider. Üstelik adı hâlâ “telefon” olup da daha çok onun internet ve fotoğraf kısmı kullanılıyorken?… Peki o görsellere ve paylaşımlara bakar bakmaz “şıp” diye anlar hale geliverdik mi sahiden!.. baktığını hemen anlayıveren zeki ve akıllı varlıklara dönüşebildik mi, yoksa kendimizi hâlâ hızla uçabilen, ışınlanabilen Süpermann kahramanı olduğumuzu sanmaya devam mı ediyoruz?..
Sahi farkında mıyız!.. okumalarımız bile o görsel hızın akışına yetişebilmek için kelimelerin “tmm (tamam)”, “okk” gibi harfleri yutularak kısaltılır halde yazılır oldu. Karşılıklı konuşmalarda ise “sıkıntı yok!..” şeklinde cümleler kısaltılır oldu. Çünkü her şeyi “şıp” diye anlayabildiğimizden “sıkıntıları” da şıp diye anlayabilir, şıp diye çözebiliriz elbette öyle değil mi? Uzun uzadıya dert anlatmanın ne gerek var!..
Şunu kendimize itiraf edelim; “Hız” demek, biyolojik yapının doğal gelişim hızını kısıtlamak, eksiltmek veya o gelişim hızını durdurmak demektir. Hız demek, kirlilik demektir. Beyin dışarıdaki o kirliliği süzemeden, ayırt edemeden, ayıklayamadan o kirlilik kaşla göz arasından geçerek ışık hızıyla duyu organlarımıza yerleşir, oraya yapışır kalır. Orada duyularımızı kirletir. Bu kirli tabaka kulağımızı sağır eder, gözümüzü bulanıklaştırır. Kısacası “hız” demek “robotik” olmak demektir. Yapay zeka ise, duyuları sağırlaşmış bedenlere kolay hükmeder. Onları kolay avlar ve kolayca onların “yapay tanrıları” oluverir…
Bugün işitemiyoruz. Yan komşumuzdan gelen sesleri, sokakta dövülen, bıçaklanan kadınların seslerini, bombalanan şehirlerin sokaklarından gelen çocuk çığlıklarını, hayvanların ve doğanın sesini ve tüm bunların kıpırtılarını, fısıltılarını dahi işitemiyoruz.
Böylesi işitilemeyen depremlerin saniyelik hızına yetişemeyen biyolojik beden, o zelzeleden sarsılır. Duyuları enkazın altında kalır ve bağırır;
“Sesimi duyan var mı!..”